“Kız Gülistan ben otobüsteyim de bi pırasa çorbası yapar mısın? Hasan bilemez, sen mandalinanın altından topla, o kalın olanlarından. Kökünü yap, yaprağını koma. Ben yaprağını sevmiyom da. Ben gelince yaprağını tepsi böreği ederiz.”
“Havuç pirinç koyarım.”
“Yok Gülistan’ım havuç ko, yok salça malca koma.”
“Tamam abam, ben internete bakar yaparım.”
“Yok Gülistan’ım… Biliyo musun aslında çok kolay. Soğan gibi kavur; pirinç, su koy. Üstüne de nane… tamam…”
“Tamam abam tamam… ederim. Haydi kapat…”
“Gız Gülistan Allah iyiliğini versin. Görüntülü mü aradın, ben de gulağıma goymuşum”.
Çaktırmadan gülüyorum… Yok dinlemiyorum… Onlar bağıra bağıra konuşuyorlar. Fethiye yolculuğumda otobüste arkamdaki koltukta oturan hanım konuştu Gülistan’ı ile…
Yan koltukta oturan yaşlıca teyze ise kafasını çantasındaki torbaya soktu soktu bir şeyler yedi. Bir insan beş saat sürekli nasıl durmadan yer… Yemin ederim değirmen taşı gibi öğüttü. Üstüne de bir avuç ilaç içti. Sonra da fosur fosur uyudu. Uyanınca telefonuna sarıldı…
“Nerdesin gıdıgıdım?..”
Neşeli geçiyor yolculuğum. Bir o kadar da görsel güzellikte… Çünkü doğanın paletinde sarı, turuncu, yeşil, hardal ve toprak rengi… Karşıda dumanlı dağlar ve ıslak yollar… Modaya uyup arkadaşlarımla bu güzellikleri paylaşmak için ben de faceden canlı yayına geçtim…
Doksan altı ülke ile eş zamanlı olarak her yıl tekrarlanan “Yalnızca Barışa Tarafız” konulu serginin Türkiye temsilcisi sevgili arkadaşım şair-ressam-sanat yönetmeni Mine Sarmış’ın organize ettiği sergi için Fethiye yollarındayım. Üç gün boyunca Mine’me konuk olacağım…
Yağmurlu bir yolculuktan sonra pırıl pırıl yazdan kalma günlerle bir Fethiye…
Sergi Aziz Sanat Galerisi’nde… resimler asıldı… sergimiz tamam…
Mine’min evi büyükçe bir bahçenin içinde üç katlı, her katta anne-baba ve kardeşlerin oturduğu kendilerine ait bir ev. Bana ayırdığı odada yorgunluktan uyuyakaldım…
Sabah erkenden kalkıp baraj yoluna doğru yürüyüş yaptım… Sessizlik… Yalnızca doğanın sesi… Huzur… Güneş ısıtıyor… Boynu bükük mor menekşeyi kokladım ve yakama taktım. Yol boyunca portakallar, mandalinalar yerlere dökülmüş. Ebegümeci, labada, ısırgan otları, mantarlar… ah yakın olsak… hepsini toplar yemek, sarma, börek yapardım. Toprak bereketli hava güzel ve güneş bol olunca yere düşen yeşermiş, çıkmış. Dallarında kalan üç beş böğürtleni koparıp afiyetle yedim. Burada yaşamak büyük şehirlere göre daha kolay ve keyifli. Biraz toprağın olsun yeter. Pek çok şeyini kendin yetiştir, dalından ye. Bu aralar avakadoya taktım. Çok yararlı ve lezzetli. Kahvaltıda bol bol yiyoruz çoluk çocuk. Mine’nin babası bu konuda uzman. Bahçesinde tam on altı çeşit avakoda ağacı var. Hatta kendisine artık “Avakado Hasan” diyorlarmış orada. Dönerken sağ olsun bavulumun yarısını avakado ile doldurdular ve bir de fidan verdiler. Bahçeme dikeceğim. Gözüm gibi bakacağım ona… İnşallah meyvesini de yeriz…
Kalabalık bir izleyici grubu ile sergimizin açılışı oldu. Benimle birlikte iki ressam arkadaş daha canlı performans sergiledik. O arkadaşlar küçük tuvallere çalışırken bana 50×70 cm tuval verdiler nedense. Benim gibi naif biri o kadar kısa sürede… mahcup olmayayım, yetiştireyim diye canla başla soluksuz çalıştım ve sonunda bitirdim. Güzel de bir resim oldu. Bitirdim ama kokteyl ikramlarını da konuklar bitirmişti… Neyse ki aç kalmadım… Sonrasında yemeğe gittik. Sergi dağıldı, haydi toparlanıp yemeğe gidelim diye düşünürken Ankara Belediye başkan adayı Mansur Yavaş bey, eşi ve arkadaşları ile sergimize gelmez mi… Güzel ve hoş bir sürpriz olmuştu… Daha önce Beypazarı Belediye Başkanlığı döneminde “Gün ışığında Allıanoı” adlı sergimiz ile ilgili konuğu olup tanışmıştım kendisi ile. O günlerden sohbet ettik…
Böyle etkinliklerde en sevdiğim şeylerden biri de yeni güzel dostlar edinmem. Onlardan biri de Kuşadası’nda yaşayan Şükriye Us. Şükriye evine davet etti… “İnşallah kısmet” dedim. Sonra “Benim kocam Urfalı, çok güzel çiğ köfte yapar. Bahçede oturur, yeriz.” deyince hemen atıldım “Ver bakayım hele şu adresini!..” Evinde 25 kedisi varmış. Yine bir yavru bırakmışlar bahçeye. “Adını Osman koyduk” diyor ve ekliyor “Bir süre sonra bir baktık Osman kız çıktı, şimdi Osmancık diyoruz.”
Sergi sonrası Yörük Çadırı’na yemeğe gittik. Büyükçe kara kıl çadır. Ortada kocaman sobalar… Sahnede saz ekibi türküler söylüyorlar… harika bir yer. Çok eğlendik… damardan türküler de söyledik, her yöreden türkülerle oynadık da… Hürriyet Gökbayır Antalya’da yaşıyor. Elli kilo. Ufacık, tefecik bir hanım… Yan yana oturuyoruz. Bir ara foto çekilelim dedik. Çekildikten sonra “Seni engellememişimdir umarım” dedim. “Yok, göründüm” dedikten sonra döndü yanında oturan beye aynı soruyu sordu… adamın bir şaşkın bakışı vardı ki. Çünkü o 1.80 üzeri, kapı gibi bir adam… bizimki benden bile küçük… Allah tependen baksın Hürriyet… sen onu nasıl kapatabilirsin ki!..
Şükriye kremalı mantar, patates kızartma, üstüne de koca bir paket çikolata yedi. Ben patates kızartmalarımı yemedim. “İstersen alabilirsin” dedim. “Yok… formumu korumam lazım!” dedi… Allah’ım, ya rabbim!…
Güzel anılarla dolu sabah yola koyuldum İzmir’e… Mine bavulumu şoförümüze verirken artık beni nasıl övdüyse şoförümüzde bir hürmet, bir hürmet… Temiz yüzlü, beyefendi biri… Meğer hayali ressam olmakmış… Sevdiği işi yapamamanın hüznünü yaşıyor. Gelsin çaylar, gitsin kahveler… ikramlar… “Hocam siz benim hayalimi yaşıyorsunuz, en imrendiğim yerdesiniz” dedi… Ona resim hakkında kısa bilgileri, evde çalışabilmesi için yararlanabileceği siteleri, videoları, şimdilik işini görecek uygun boya, fırça gibi malzemeyi anlattım. Çok mutlu oldu… dilerim işine yarar…
Muğla’da mola verdiğimizde baktım herkesin elinde büyük simitler meğer meşhurmuş. Araba hareket edecek, bir genç kız kapıdan başını uzattı ve dedi ki “Seda ne taraftasın, şimdi hareket edince el sallayacağım, dışarıdan görünmüyor da, herkes kendine zannetmesin”
Yolculuğumun başladığı gibi dönüşü de neşeli ve keyifli geçti…
Bir sanat etkinliği daha güzelliklerle dolu dolu bitmişti… Ne diyelim… yenisine sağlık…
Kaynak: Fethiyeli kız Gülistan… – Hülya SEZGİN
Yazıya 759 dəfə baxılıb