Hülya SEZGİN – Adana efsaneleri ve sanat…

hulyaSabahın altısı, hava karanlık. Sağ olsun eşim Hikmet havaalanına götürüyor beni yine. Hakkını yiyemem şimdi. Her gidiş gelişlerimde uğurlar ve karşılar. E Allah razı olsun…

Üçüncü Uluslararası Türk Dünyası Sanat Çalıştayı için Adana Büyükşehir Belediyesi’nin davetlisiyim. Belediye başkanı Hüseyin Sözlü ve zarif eşi Zeynep Sözlü’nün desteklediği, 21 ülkeden yetmiş sanatçının katıldığı çalıştayın küratörlüğünü sevgili arkadaşlarım Prof. Dr. Birsen Çeken ve Doç. Dr. Gültekin Akengin üstlenmiş.

Binlerce yıldır çok farklı medeniyetleri bünyesinde barındıran Adana’ya gideceğim için heyecanlıyım…

Birer birer geliyor arkadaşlar. Birbirimizi gördükçe sevinçle sarılıp, kaldığımız yerden devam eder gibi şakalaşıyoruz. Yeni gelenlerle tanışıyoruz. Zaman içinde onlarla da kaynaştık…

Sabah kahvaltıdan sonra başkan Hüseyin Sözlü, sanatçılar, kentin ileri gelenleri, sanatseverler ve medya eşliğinde açılış olacak. Açılışta her ülke sanatçısı kendi yöresel giysisini giyecek. Ben de diktiğim çiçekli Sümerbank pazeni elbisemi giyip, doğal taşlarla örüp, iğne oyaları ile süslediğim otantik kolyemi taktım. Değerlerimize sahip çıkmalıyız. Yabancı markalar sahiplenmiş, avuç dolusu paralara satıyorlar pazenlerimizi moda diye!… Harika bir açılış oldu…

Üçüncü ve dördüncü gün Adana ve çevresine gezi var… Belediyenin tahsis ettiği otobüs ile görevli Lütfiye ve Alzade hanımların eşliğinde gezeceğiz.

1507’de yapılan Ulucami yüzlerce yıldır dimdik ayakta. İçinde orijinal çiniler, bir de türbe var. Hâlâ eğitim veren Ramazanoğlu Medresesi’nin ise tarihi tahta kapısında iki giriş var. Hocalar ve ilim verenler iki kanat açık olarak girerken, öğrenciler ana kapıya pencere örneği açılan küçük kapıdan eğilerek giriyorlar içeri. Bu da ilime olan saygıyı gösteriyor.

Adana’da üzerinde tarihi köprüler bulunan iki büyük nehir Seyhan ve Ceyhan Çukurova bölgesini suluyor, verimli topraklarda pamuk ve tarım ürünleri yetiştiriliyor.

Seyhan baraj gölüne gittik. Muhteşem bir manzara ve üzerinde küçük küçük adacıklar var. Burada yaz aylarında halk piknik yapıyor, yelken yarışları ve mangal partisi düzenliyorlarmış. Gölde levrek, ıstakoz ve yerli dilinde gelebicin denilen yayın balığı çıkıyormuş. Öyle ki kimi yayın balığı bir insan bedeni büyüklüğünde oluyor ve sekiz bıyık diye anılıyormuş. Çukurova Üniversitesi Seyhan nehrine en hakim tepenin üzerinde ve muhteşem bir manzaraya hakim.

Karaisa köyünde Varda köprüsüne gittik. Hâlâ hizmet veren ve üzerinden trenler geçen köprüyü İkinci Dünya savaşı sırasında Almanlar yaptığı için Alman köprüsü deseler de asıl adı “Varda Köprüsü”. Seksen beş metre yüksekliğindeki köprü yapımında çok işçi ölmüş ve ilginç bir de öyküsü var. Söylenceye göre yüksekliğini ölçmek için yukarıdan ipe bağlı taş sallandırıyor ve soruyorlarmış “Değdi mi yere, değdi mi?” Aşağıdan yanıt “Var daaa, var daaaa (var daha)” Bunun üzerine Almanlar buranın adı öyle sanmışlar ve “Varda Köprüsü” demişler. Gezmeyi sürdürüyoruz…

Toroslar kar içinde, Adana on sekiz derece!.. Adana güzel, etler-kebaplar lezzetli.

Şırıl şırıl sular akıyor, yemyeşil ağaçlar, kimi yaprağını dökmüş. Huzur, bol oksijen, bol sohbet… Şakalaşıp bol bol gülüyoruz.

Adana’nın ortasından geçen Seyhan nehri üzerindeki Taşköprü ile 20 km ilerideki Misis ilçesinden geçen Ceyhan nehri üzerinde kurulu dokuz gözlü Misis Köprüsünü geziyoruz. Lokman Hekim’in ölümsüzlük iksirini düşürdüğü yönündeki efsane ile anılıyor Misis köprüsü. Bunca yaşında… kim bilir ne efsaneler daha yaşanmıştır? Bin 700 yaşında olmasına rağmen ilk günkü gibi hâlâ görkemi ile dimdik ayakta ve kullanılıyor. Öyküsü biraz uzun ama çok hoşuma gittiği için efsaneyi paylaşmak istiyorum.

Yoksul bir ailenin oğlu olan Camsab evinin geçimini odunculuk yaparak sağlamakta imiş. Bir gün arkadaşlarıyla birlikte ormanda içi bal dolu bir kuyu bulmuşlar. Balı çıkarması için arkadaşları tarafından kuyuya indirilen Camsab balı çıkardıktan sonra kuyuda bırakılmış. Yardım beklerken bir ışık sızıntısı görmüş. Delikten baktığında harika bir manzara ile karşılaşmış. İçeri girmesi ile çevresini yılanlar sarmış ve onu üstü kadın, altı yılan yılanlar şahı Şahmeran’a götürmüşler. Camsab’ın öyküsünü dinleyen Şahmeran “İnsanoğlu nankördür, küçük menfaatler karşısında başkalarının muazzam zararlarına razı olur. Ölümüm de insan elinden olacak.” dedikten sonra onun orada yaşamasına izin vermiş. Her gün ona insanlığın sırlarını içeren öyküler anlatmış. Ancak Camsab ailesini özlediği için gün be gün erimeye başlamış. Bu duruma üzülen Şahmeran kendinden söz etmemesi ve asla hamama girmemesi koşulu ile salıvermiş onu. Çünkü Şahmeran’la karşılaşan kişi hamama girince derisi pul pul olurmuş.

O sırada kralın güzel kızı hastalanmış ve kral iyileştirene kızını ve tahtını vermeyi vaat etmiş. Vezir bunun şifasının Şahmeran’ın etini yemek olduğunu söylemiş ve herkesin hamama getirilmesini emretmiş. Zorla hamama getirilen Camsab yıkanırken derisi pul pul oluvermiş. Vezir bunu görünce anlamış, işkence ile Şahmeran’ın yerini zorla söyletmiş. Şahmeran yakalandığında Camsab’ı görünce “İnsanoğlunun nankör olduğunu sana söylemiştim. Kuyruğum zehirlidir yeme, vezir yesin; bedenim şifalıdır, kral kızı yesin; başımda ise bilgilerim var, sen ye” demiş ve öldürülmüş. Dediği gibi kuyruğu yiyen vezir ölmüş, kız iyileşmiş, Camsab da ilim irfan sahibi olmuş.

Camsab bir gün yorulmuş, ağaç altında uyurken rüyasında bir ses “Uyan, ölümsüzlük bitkisi benim” demiş. Uyanıp hemen reçeteyi yazmış ve sevinçle giderken Misis köprüsü üzerinde rüzgar uçuruvermiş reçeteyi. Cebrail gelmiş ve demiş ki “İnsanoğlu şansını Havva elmayı yiyince kaybetti ve artık sana ölüm var, zulüm var.”

Camsab ölümsüzlük reçetesini rüzgara kaptırmış ama bu bilgilerle bizim Lokman hekimin ta kendisi olmuş… Ve derler ki o reçetede “Zeytinyağı yiyin.” yazıyormuş. O yüzden işte zeytin ağaçlarımıza sahip çıkmalıyız ve bol bol tüketmeliyiz…

Şehirlerin efsanelerini seviyorum… O kadar çok efsane var ki!.. Hollywood’un uydurma filmlerine beş çeker… bence bol bol dizilerde ve filmlerde işlenmeli. Nasıl olsa bizim dizilere bayılıyor yabancılar. O beldelerde çekilen film ve diziler ile ülkemizi de tanıtmış oluruz…

Evliya Çelebi’nin de gezip anlattığı 12. yy.’da inşa edilmiş Ceyhan nehri kıyısına hakim tepeye inşa edilmiş, hem ovayı hem de tarihi İpek Yolu’nu kontrol eden Yılan Kale’yi uzaktan görüyoruz. Şahmeran’ın burada yaşadığı söyleniyor. Burası ile ilgili de harika bir efsane var. Ölümcül bir hasta Asklepion’a (hastane) getirilmiş. Ancak ölümcül hasta kabul etmedikleri için hastane dışında ağacın altına yatırıp yanına da bir tas süt bırakmışlar. Yılan sütü sever, gelmiş içmiş. İçerken de zehrini içine boşaltmış. Haberi olmayan adam içip iyileşmiş. Bu gün eczacılık ve tıp biliminin simgesi olan kaseye sarılmış yılanların efsanesi de böyleymiş…

Şehrin içinde Sinema Müzesi’ni geziyoruz. Film afişleri, sinema artistlerinin fotoğrafları ve mumyaları… bir bir o filmlerle ve o dönemle ilgili anılar canlanıyor gözümde.

Eski Adana çarşısını geziyoruz… Ciğer kokuları mis gibi… tok olmama rağmen canım çekiyor. Öyle seviyorlar ki ciğeri, üç dört esnaf tenekeyi yandan delerek mangal gibi yapmış, içinde ateş yakıp üzerinde ciğer kavuruyorlardı… Cezerye, susamlı çıtır helva, çeşit çeşit lokum imalathanesine gittik. Tabaklarda tadımlıklar… Hepsinden tattık… yine de doyamadık. Az kaldı şeker komasına girecektim… En sonunda susamlı çıtır helva, fıstıklı şekerleme aldım. İyi ki çok tatlı almamışım. Eğlenceli son akşam yemeğimizden odama döndüğümde kocaman bir çanta içinde yeşil fıstıklı baklava, çeşit çeşit lokumlar ve pili ile birlikte tarihi saat kulesinin tasvir edildiği ahşap saat zarif bir biçimde konulmuştu. Ayrıca yaptığımız resimleri de satın alarak bedelini bize ödediler… Bu da Başkan Hüseyin Sözlü farkı idi…

Bol bol şifalı şalgam suyu içtim. Eve de getirmek istedim ama uçakla mümkün değil… Özel araçla ya da otobüsle gelen arkadaşlar aldılar…

Nahçıvan’dan Ressamlar Birliği Başkanı ve milletvekili sevgili kızım Ulviyye Hamzayeva ikinci gün gece 03:00’de geldi. Çok az uyku ve yol yorgunu olduğundan ertesi gün gezide ara ara yollarda bitkin uyudu. Rehberimiz bu güzel mitolojik öyküleri anlattıkça, o uykusunda öyküleri duymuş. “Uykumda biri bana masal anlatıyor sandım” dedi. Demek o yüzden daha çok uykusu gelmiş. Yol boyunca “Yorgunum ben, işlemeyecem… Çalışmayacam” dedi. Sonra ertesi gün isteksiz atölyeye gitti, koca iki tuvali yan yana koydu, bir güzel çalıştı. Öyle ki hızını alamadı gece üçe kadar çalışmış… Demek masallar iyi gelmiş. Resminde Adana ve Nahçıvan’dan ören yerleri, tarihi eserlerin yanında Şahmeran’ı çizdi. Meğer onlarda da erkek yılan Maran efsanesi varmış. Resimde bir yana Şahmeran, bir yana Maran, ortaya portakal, etrafa tarihi figürler yaptı. Böylece Şahmeran ve Maran’ı Adana’da kavuşturduğu resmi gezenlerin ilgi odağı oldu. Birlikte geldiği diğer Nahçıvanlı sanatçı Mehemmedali Alekberov da kendine özgü resimleri ile beğeni topladı.

75.yıl Sanat Galerisi’nde çalışıyoruz. Halka açık. Sanatseverler izlemeye geliyorlar. Öğretmenler çocukları getiriyor. Resimleri inceleyip, bilgi alıyor, bizimle fotoğraf çekiliyorlar… Halkla iç içe… Halk ve sanatçı kaynaşması harika… Bizde sanat eğitimi geçenlerde Cumhurbaşkanı’nın da dediği gibi epey ihmal edilmiş durumda. O yüzden böyle çalıştayları çok önemsiyorum…

Divan Otel’de konaklıyoruz. Her şey önümüze hazır gelince ve açık büfe lezzetli yiyecekler olunca insan dayanamıyor, daha çok yiyor ister istemez. Sonra da başlıyoruz “Kilo aldım” muhabbetlerine!.. Genelde yurt dışından gelen arkadaşların çoğu Türkçe biliyor. Ancak kimi zaman farklı kelime ve cümle kullanıyorlar. O da hoşumuza gidiyor ve espri konusu oluyor. Bir yemek sonrası kilo muhabbetinde Makedonyalı Emel bir arkadaşımıza “Sen lezzetli şişmansın” dedi. Bir kaç gün konuşup konuşup güldük. Ulviyye “fotoğraf çekilmek istediğinde “Şeklimizi çek” diyor ve sonra soruyor “Hepimiz düştük mü?”

Otobüs kalkacak Ulviyye tarihi yerleri gezmeye doyamıyor. Watsaptan yazdım “Çabuk gel..”. yazdı bana “Düştüm Hülya abla!” Bilmesem telaşlanacağım… Sekiz yaşında maşallah çok akıllı bir kızı var, adı İlknur. Annesi gibi sanata yatkın. Bir gün sormuş “Anne seç. Davul mu, tar mı?” Anladım ki diyor bunun niyeti kötü. “Tar” demiş. Şimdi bütün gün evde tar çalır…

Slovenya’dan Aldemar bey harika bir ressam ve çok güler yüzlü bildiği beş kelime Türkçe ile bana şakalar yapıyor!..
Sovyet döneminde Türk topluluklarına uygulanan asimile politikaları ile bizi birbirimize yabancılaştırmışlar. Kültür, giysi, konuşma, resim, folklor ve tüm sanat dallarında Türk kimliklerini yok eden çalışmalar yapılmış. Böylece Türk halkları daha önce birbirini anlarken şimdi anlaşamaz olmuşlar. Aynı uygulama seksenli yıllarda da Bulgaristan’daki Türklere uygulanmıştı. Azerbaycanlılar o yüzden Azeri denmesine öfkeleniyorlar. “Biz Azerbaycan Türküyüz, Türk’üz” diyorlar. Dilimize, kültürümüze sahip çıkmalıyız…

Atölyede çalışmaya ara verince Karadenizli arkadaşlar horon oynamaya başladılar. Özellikle Mümin Candaş, Orhan Zafer ve Derya Yıldız’ın oynamaları en az resimleri kadar başarılı idi. Ne yazık ki ben horonu bilmiyorum. Bir akşam da biz kızlar otelde bir salonda toplandık. Ankara havasından romana kadar hepimiz bir bir hünerimizi gösterdik.

Aslı Özen Karadeniz kadınını resmederken, Nurgül Ferahoğlu kadınlarına dans ettiriyordu resimlerinde. Necati Ferahoğlu horozları dövüştürüyor, Nilgün Çevik ise tarihten yararlanıyordu. Aynur Kaplan her zamanki mahzun kadınlarını yaparken eşi Ziver Kaplan klasik çalışmadı!.. Birsen Çeken üç muhteşem tabloda Adana’yı resmetti. Gültekin Akengin ise Adana saatini çalıştı. Ethem Baymak iki tuvali birleştirerek harika bir şehir manzarası çalıştı. Efgan Beyaz yine kendine özgü karikatürümsü resimler yaptı. Zehra Sengir muhteşem kuşlarını yaparken kızı Sena Sengir de iki güzel tablo yaptı. Ben bir Türkmen kızı, bir de Varda Köprüsü’nü resmettim. Herkesin çalışması muhteşemdi ve farklı idi. Adana sanat müzesine harika eserler kazandırıldı.

On gün boyunca Adana’nın pek çok gezilesi, görülesi yerlerini gezdik. Lezzetlerini tattık.

Önceden tanıdıklarımızla hasret giderdik, yeni dostlar edindik. Resim, tarz teknik bilgime yenilerini ekledim. Katılımcı ülkeler hakkında bilgi edindik. Kültür alışverişinde bulunduk.

İki gün değerli panelistlerden bilgiler edindik. Bir gün de Adana Arkeoloji müzesini gezdik. Muhteşem mozaikler, heykeller ve kalıntıları gördükçe Ulviyye gibi hepimiz hayran kaldık. Bir karış büyüklüğünde yüzü kertenkeleye benzeyen adam heykelciğini görünce genetik Profesörü Orhan Terzioğlu hocamın bir konuşmasında söylediklerini anımsadım. Demişti ki “Aslında hepimiz kertenkeleyiz!..”

Hüseyin Sözlü’nün adaylığı açıklanınca çok sevindik. Çünkü bir toplumun ilerlemesinde ölçüttür sanat. Sanatla ilgilenen toplumlar ileridir, mutludur. Şu on gün zarfında 21 ülkeden 70 kişi kardeş gibi mutlu, keyifli günler geçirdik. Resimlerimizi yaptık. Bu resimlerimiz Adana Sanat Müzesi’nde sergilenecek ve ziyarete gelenleri mutlu edecek.

Sanatı ve sanatçıyı destekleyen siyasetçiler ise her zaman baş tacımız…

51195305_1776712789099345_5616366159877111808_n.jpg51048630_383729755521712_7909165477966905344_n.jpg51674565_362502434588127_5368699696841752576_n.jpg51133914_541483739680323_1283127750332252160_n.jpg51243265_772968516404659_8568481634083405824_n.jpg51064585_386844768748120_3975943980020924416_n.jpg51060133_245684786306923_8507674651042775040_n.jpg51152171_610797439374584_6978606357398159360_n.jpg51236089_349176735934970_8686218039265329152_n.jpg

 

Kaynak: Adana efsaneleri ve sanat… – Hülya SEZGİN

Yazıya 540 dəfə baxılıb

Şərhlər

Şərh

Pin It

Comments are closed.