Ümit Yaşar Işıkhan – Aşk ve İnat

umit yasharBüyülü bir sayfadan geçti hayat.

Hiç değişmeyen bir gecenin çığlıkları arasında kalan masalların son deminden yükselen tütsülerin kokusunu boynunda bir muska gibi asıyordu zaman.

Biz çocuktuk o uzun öyküde anlatılan. Biz kavuşan ve ayrılandık her anlatıcının sokağımızdan geçtiğinde. Hırçın çocukların hiç bitmeyeceğini sandığı oyunun içindeydik. Yaralıydık, aç ve susuz koşturan aşıkların en küçüğüydük. Nerden geldiğimizi ve ne istediğimizi bilmeden bekledik birbirimizi. Hiç gelmeyeceğini sandığımız sevgilinin ayak seslerini duyar gibi heyecanlandık köşe başlarında.

Ne çabuk büyüdük birbirimizin adıyla…

Ne çabuk ayrıldı ellerimiz. Ve sustuk kendi yalnızlığımıza… 

bütün yıllarıma dem vurup oturdum masa başına can

mevsimler değişti, yapraklardan bir bahar indi ayaklarına

şimdi uzak sınırlar, şimdi uzak bakışların

hangi bulut getirir seni, hangi güvercin kanat taksam

çekip gitsem nereye… gökyüzü korkunç yalnızlık

salınır ay ışığı bir ülkede yağmur tanesi saçlarından

Kendi hayatımızın çocuk gözlerini hep birbirimize sakladık. Saçlarımızın tarandığı ayna, seni bekleyen sokakların uzun sessizliği ve aniden patlayan fırtınanın peşinden koşan ayak sesleri. Geliyordun…Hayır hayır… Gidiyordun…

Ne zaman geldin rüyalarıma… Ne zaman kırıldı kalemi aşkın ve sen neden sustun ilk buluşmamızda. O sen miydin, arkanda kalan ellerini de alıp götüren…

Koşun çocuklar… Koşun çocuklar…

ellerini bıraksam gözlerim seninle, yüreğim ve bütün zaman

mercan olurum, bulut olurum, güvercin olurum bu zulüm aşkımadır

dev bir çocuk olurum, ayaklarımı kurtarsam, dilimi

hücreleri ben yıkacağım sevgimle ve umudumla bütün yeryüzünün

Önce çevremize bakıyorduk sonra birbirimizin gözlerine. Saklanıyorduk, duygularımızın köşe kapmaca oynadığı sokakların en tenhada kalanını seçerdik birbirimizin sıcaklığını ellerimizden aldığımızda. Hayat ve biz acemi oyunculardık…

Kaçamak dokunuşların ürpertisini gece yarılarına kadar taşırdık. Hiç oyuncağımız olmamıştı birbirimizden başka. Sarılmak ve tekrar sarılmak istemenin komşu günahıyla ayrılırdık pencereden. Gitmemeliydin… Ve giderken beni de götürmemeliydin, ağacın yapraklarını, suyun rüzgarını, tren garındaki çocukları…

işte orman bıraksam ellerim sıcak ırmaklar

alırım bütün umutları seninle, her kavgada her cephede gül

sırtımda doyumsuz çocuk gözleri gençliğimin

ansızın ölürüm, ansızın çılgın ve sürgün

Saati miydi… Zamanı mıydı bu kadar erken gitmenin. Tam da sabaha birkaç gün kala… Ben hangi ağacın yaprağı! Sen hangi kediydin dolaşan sokaklarda. Ne çabuk geçti trenin penceresinden bize ayrılan kitap.

Ah biz sevgili miydik… Biz  pamuk şekeri satan  buluşmaların  kokusunu  bir daha ki sıcaklığa adayan biz miydik… Ah gittin… Arkanda bir mektubun kapanmayan zarflarında binlerce yaralı sözcük bırakarak. Şimdi zaman üşüyor, geçtiğimiz sokaklardan.

şimdi gürültü içinde bir kent yaşıyorum, beton yığınlarından betona düşerek

şimdi kişneyen çarkların dişleri arasında ölüleri koyacak yer yok

şimdi bir çocuk sana delice tutkun, sana delice hasret

şimdi eylül karası saçlarına tetik sustu, gökyüzü görünmüyor

şimdi üşüyen ceplerimde ellerimi saklayarak bir deniz kıyısında 

Son şarkılarını dalgalarına veren denizin peşinden gitti martılar. Kanatlarında kurumuş yaralarını taşıyıp attılar kumsalın gün batımına. Sana doğru koşan çocukların ellerinde sen vardın. Ben vardım, uykusuz ve siyah saçlı.

geri dönsen, gitmeden önceki alanların soluk yüzlü yollarına

ve dalıp gitsem çoğalmış ellerimle sevda tayfasıyım

ve seni görsem

ve yeniden dönsem uzamış sakalımla militan suskunluğuma 

Hep suskundu zaman saatlerde. Hep bir çocuk beklerdi gevrek fırınının susam yangınında ve bekçiler geçerdi yaşlı elleriyle gözlerini silerek.

seni almaya gelmiş gibi beklerdim köşelerde

seni özlemiş gibi bakardım penceresi yok

yırtılan bir fotoğraf renklerini ağladı görmediğin duvarlarda

Sustum. Yüzyıllık sesleri unuttum şarkıların içinden. Bütün kuşların kanatlarını… Suyun en son rengini ve şekerin acıda kalan iz. Bütün yurtseverlerin marşını ıslıkla çalan çocuk. Gittin… 

ölürsek can..

ölürsek sırayla ölelim

bir dost sürsün ayak izlerimizi  

Böyle başlamıştı aşkımızdaki öykü. Böyle uzadı şiir ve gökten düşen üç elmanın masalları. Birden bire yağmur ve birden bire çocuklar daha doğmadan öldü. 

gittin, ellerini ver koynumda silahım olsun

gittin, yüreğini ver sevdama kitap

demir sıcağı ayrılık dağlara ve aşka

sevgi  çığlığı kuşlar konsun… 

Ama asla sana, hoşça kal demeyeceğim.

Geldiğin günkü gömleğimi saklayıp parmak uçlarından aşağı kendimi atıp ölmeyeceğim. Ve bütün çocuklar sana inat uçurtmaların kağıt helvasında gözlerini taşıyıp gökyüzüne de vermeyeceğim. Ve İzmir uykularında bekleyen çocuk… İnat işte hep bekleyeceğim.

Yazıya 995 dəfə baxılıb

Şərhlər

Şərh

Pin It

Comments are closed.