Büyülü bir sayfadan geçti hayat.
Hiç değişmeyen bir gecenin çığlıkları arasında kalan masalların son deminden yükselen tütsülerin kokusunu boynunda bir muska gibi asıyordu zaman.
Biz çocuktuk o uzun öyküde anlatılan. Biz kavuşan ve ayrılandık her anlatıcının sokağımızdan geçtiğinde. Hırçın çocukların hiç bitmeyeceğini sandığı oyunun içindeydik. Yaralıydık, aç ve susuz koşturan aşıkların en küçüğüydük. Nerden geldiğimizi ve ne istediğimizi bilmeden bekledik birbirimizi. Hiç gelmeyeceğini sandığımız sevgilinin ayak seslerini duyar gibi heyecanlandık köşe başlarında.
Ne çabuk büyüdük birbirimizin adıyla…
Ne çabuk ayrıldı ellerimiz. Ve sustuk kendi yalnızlığımıza…
bütün yıllarıma dem vurup oturdum masa başına can
mevsimler değişti, yapraklardan bir bahar indi ayaklarına
şimdi uzak sınırlar, şimdi uzak bakışların
hangi bulut getirir seni, hangi güvercin kanat taksam
çekip gitsem nereye… gökyüzü korkunç yalnızlık
salınır ay ışığı bir ülkede yağmur tanesi saçlarından
Kendi hayatımızın çocuk gözlerini hep birbirimize sakladık. Saçlarımızın tarandığı ayna, seni bekleyen sokakların uzun sessizliği ve aniden patlayan fırtınanın peşinden koşan ayak sesleri. Geliyordun…Hayır hayır… Gidiyordun…
Ne zaman geldin rüyalarıma… Ne zaman kırıldı kalemi aşkın ve sen neden sustun ilk buluşmamızda. O sen miydin, arkanda kalan ellerini de alıp götüren…
Koşun çocuklar… Koşun çocuklar…
ellerini bıraksam gözlerim seninle, yüreğim ve bütün zaman
mercan olurum, bulut olurum, güvercin olurum bu zulüm aşkımadır
dev bir çocuk olurum, ayaklarımı kurtarsam, dilimi
hücreleri ben yıkacağım sevgimle ve umudumla bütün yeryüzünün
Önce çevremize bakıyorduk sonra birbirimizin gözlerine. Saklanıyorduk, duygularımızın köşe kapmaca oynadığı sokakların en tenhada kalanını seçerdik birbirimizin sıcaklığını ellerimizden aldığımızda. Hayat ve biz acemi oyunculardık…
Kaçamak dokunuşların ürpertisini gece yarılarına kadar taşırdık. Hiç oyuncağımız olmamıştı birbirimizden başka. Sarılmak ve tekrar sarılmak istemenin komşu günahıyla ayrılırdık pencereden. Gitmemeliydin… Ve giderken beni de götürmemeliydin, ağacın yapraklarını, suyun rüzgarını, tren garındaki çocukları…
işte orman bıraksam ellerim sıcak ırmaklar
alırım bütün umutları seninle, her kavgada her cephede gül
sırtımda doyumsuz çocuk gözleri gençliğimin
ansızın ölürüm, ansızın çılgın ve sürgün
Saati miydi… Zamanı mıydı bu kadar erken gitmenin. Tam da sabaha birkaç gün kala… Ben hangi ağacın yaprağı! Sen hangi kediydin dolaşan sokaklarda. Ne çabuk geçti trenin penceresinden bize ayrılan kitap.
Ah biz sevgili miydik… Biz pamuk şekeri satan buluşmaların kokusunu bir daha ki sıcaklığa adayan biz miydik… Ah gittin… Arkanda bir mektubun kapanmayan zarflarında binlerce yaralı sözcük bırakarak. Şimdi zaman üşüyor, geçtiğimiz sokaklardan.
şimdi gürültü içinde bir kent yaşıyorum, beton yığınlarından betona düşerek
şimdi kişneyen çarkların dişleri arasında ölüleri koyacak yer yok
şimdi bir çocuk sana delice tutkun, sana delice hasret
şimdi eylül karası saçlarına tetik sustu, gökyüzü görünmüyor
şimdi üşüyen ceplerimde ellerimi saklayarak bir deniz kıyısında
Son şarkılarını dalgalarına veren denizin peşinden gitti martılar. Kanatlarında kurumuş yaralarını taşıyıp attılar kumsalın gün batımına. Sana doğru koşan çocukların ellerinde sen vardın. Ben vardım, uykusuz ve siyah saçlı.
geri dönsen, gitmeden önceki alanların soluk yüzlü yollarına
ve dalıp gitsem çoğalmış ellerimle sevda tayfasıyım
ve seni görsem
ve yeniden dönsem uzamış sakalımla militan suskunluğuma
Hep suskundu zaman saatlerde. Hep bir çocuk beklerdi gevrek fırınının susam yangınında ve bekçiler geçerdi yaşlı elleriyle gözlerini silerek.
seni almaya gelmiş gibi beklerdim köşelerde
seni özlemiş gibi bakardım penceresi yok
yırtılan bir fotoğraf renklerini ağladı görmediğin duvarlarda
Sustum. Yüzyıllık sesleri unuttum şarkıların içinden. Bütün kuşların kanatlarını… Suyun en son rengini ve şekerin acıda kalan iz. Bütün yurtseverlerin marşını ıslıkla çalan çocuk. Gittin…
ölürsek can..
ölürsek sırayla ölelim
bir dost sürsün ayak izlerimizi
Böyle başlamıştı aşkımızdaki öykü. Böyle uzadı şiir ve gökten düşen üç elmanın masalları. Birden bire yağmur ve birden bire çocuklar daha doğmadan öldü.
gittin, ellerini ver koynumda silahım olsun
gittin, yüreğini ver sevdama kitap
demir sıcağı ayrılık dağlara ve aşka
sevgi çığlığı kuşlar konsun…
Ama asla sana, hoşça kal demeyeceğim.
Geldiğin günkü gömleğimi saklayıp parmak uçlarından aşağı kendimi atıp ölmeyeceğim. Ve bütün çocuklar sana inat uçurtmaların kağıt helvasında gözlerini taşıyıp gökyüzüne de vermeyeceğim. Ve İzmir uykularında bekleyen çocuk… İnat işte hep bekleyeceğim.
Yazıya 995 dəfə baxılıb