“Nerelisin?” sorusuna Çankırılıyım” dediğimde “Ankara Çankaya mı, Ankara Çankırı mı, nerede?” diye sorularla karşılaştığımda çok inciniyordum. Bir festivale gidip de döndüğümde uzun süre arkadaşlarıma oraları anlattığımı ve böylece daha akılda kalıcı ve tanıtıcı olduğunu fark ettim. Düşündüm ki ben de Çankırı’mızda bir sanat çalıştayı yaparsam hiç olmazsa sanat çevresinde kalıcı bir tanıtım olur, ben de bu sorulardan kurtulurum…
Aynı zamanda gelen sanatçı arkadaşlarımın yaptıkları eserler Çankırı’mıza hediye kalırken, döndüklerinde de uzun süre sohbetlerine konu edeceklerinden emindim. Kişi kendinden bilir işi hesabı… E sosyal medyanın da gücü azımsanamaz hani günümüzde. Her bir arkadaşım sayfasında gezdikleri yerleri, yaşadıkları güzellikleri, kültürümüzü, yöresel değerlerimizi paylaştıkça büyük bir nitelikli gruba ulaşacaktı…
Bu düşü kuralı on yıl kadar olduğu halde, bütün çabalarıma karşın bir türlü hayalimi gerçekleştiremiyordum. Taaa ki bu yıl İzmir Karaburun’a eşim Hikmet beni gezmeye götürene kadar. Sahilde bir kafede tanıdık bir yüz…”Ayşen” diye seslendim, “Efendim Hülya abla” diyerek koştu, sarıldık. Ayşen Çankırı Vakfı başkanı Mustafa Can’ın eşi… O da yanında. Buyur ettiler, çay içerken hayalimi anlattım. Keyifli sohbetimizden ayrılırken çalıştayın tarihini bile tespit etmiştik. Vakıf Başkan Yardımcısı Ömer Bezci ertesi gün aradı, projeyi anlattım. “Abla bu konunun bileni sensin. Sen ne dersen biz onu yaparız” dedi. Bu yaptığım on birinci uluslararası resim çalıştayı idi, fakat bu kadar rahat ve özgür ilk kez çalıştım. Öyle ki ağzımdan çıkan harfine kadar yerine geldi. Sağ olsun değerli kardeşim Ömer Lütfü Özenç’in “Abla korkma, tam bir proje adamıdır” dediği kadar, hatta fazlası vardı Ömer Bezci’de. Kaptan Mustafa Can’da “Abla vakıf aracılığı ile yapamazsak ben yapacağım, başla çalışmalarına” diyerek tam destekli güvence verdi. Eh bundan iyisi Şam’da kayısı… Kör istemiş Allah’tan bir göz, Allah vermiş iki göz… böyle olunca sonuç da mükemmel oldu elbet. Ömer Bezci “Bu işi bilen sensin abla” dese de kimi zaman benim aklıma gelmeyen ya da “Aman idare ediverelim” diye düşündüğüm pek çok şeyi dört dörtlük yaptı. Elim kolum oldu. Böyle dürüst, böyle çalışkan ve memleket sevdalısı iki kardeşim daha oldu bu çalıştayla birlikte. Biri Ömer Bezci, biri Kaptan Mustafa Can… Bu çalıştay ile ildeşlerimle daha çok yakınlaştım, kaynaştım, sevdim. Şimdi artık onlarla her türlü çalışmaya gözüm kapalı varım…
Bu tür organizasyon kolay bir şey değil. O kadar insanı bir araya topla; yemesini, içmesini, gezmesini, planla… Çalışacağı malzeme… Rengi, markası… On gün aynı ortamı, aynı havayı soluyacaksınız. Katılacak sanatçı arkadaşlar hem iyi insan, hem iyi ressam, hem de uyumlu olmalı… Ve arkadaşlarımın hepsi öyle idi…
İran’dan Vedut Moazzen, Kazakistan’dan Esengali Sadyrbayev, Bulgaristan’dan Aynur Mahmudova Kaplan katılırken Türkiye’den Gültekin Serbest, Funda Açıkgöz, Ziver Kaplan, Zehra Sengir, Sena Sengir, Mine Sarmış, Ayşen Can ve bendim “Türk Dünyası Çankırı Resim Çalıştayı”na katılan sanatçı olarak…
Bütün hummalı çalışmalar sonucu sonunda bir araya geldik. Çankırı’mızın yüz ağartan oteli Koç Otel’e yerleştik. Aynur’un önerisi ile atölyeyi otelde düzenlemeye karar verdik. Böylece dışarıda ayarlayacağımız atölyeye gidiş-geliş zamanından tasarruf edecek ve gezip eğlenmeye daha çok vakit ayırabilecektik. Sağ olsun otelin müdürü Serhat Uysal bey izin verdi, ikinci kat salonunu düzenledik. Sonraki günlerde personel de sanki ailedenmişiz gibi bize yakın ve güleryüzlü davrandılar. İlk akşam Belediye Başkanımız İsmail Hakkı Esen bey ve zarif eşi Betül hanım incelik göstererek ziyaretimize geldiler, yemek eşliğinde güzel sohbetler yaptık.
Yerleşme faslı bittikten sonra sıra geldi Çankırı’mızı gezmeye. O kadar çok gezilesi, görülesi doğal ve kültürel değerlerimiz var ki… Hepsini gezmeye zamanımız inanın yetmedi.
Beş bin yıllık Tuz Mağarası, Çivitçioğlu Medresesi, Tarihi Çamaşırhane Müzesi, Radyo ve İletişim Müzesi, Taş Mescit, Çankırı Kalesi, Kadınçayırı, Kurşunlu, Orta, Devrez çayı, Ilgaz, Kaya mezarları, Peri bacaları, Çankırı’nın tarihi sokaklarını ve evlerini gezdik bir bir. Bu arada pek çok yöresel tadımızı da tattırmayı ihmal etmedik. Sarmısaklı etten yumurta tatlısına, çiçek bamya çorbasına kadar hepimiz bayıla bayıla yedik.
Cam terastan doyumsuz Çankırı manzarası seyretmek pek güzeldi ama yine de üstünde iken cam kırılıverir mi diye tırsmadım desem yalan olur…
Sonra arkadaşlarım bu güzellikleri tablolarına yansıttılar. Bu arada çok önemli bir konuya da değinmeden geçemeyeceğim. Bu yapılan resimler müzayede ile İstanbul’da satılacak ve elde edilen gelir Çankırı Vakfı tarafından altı yüz çocuğa burs olarak verilecek. Yani çalıştayımız Çankırı’mızın tanıtımından öte sosyal bir amaca da hizmet ediyordu. Bütün arkadaşlarım sağ olsunlar, hep varım olsunlar muhteşem eserler çalıştılar…
Eskiden kadınlarımızın toplu halde çamaşır yıkadıkları Tarihi Çamaşırhane harika bir müze ve sergi salonuna dönüşmüş. Sorumlu görevliliğini de Aydınlı Çankırı gelinimiz Arzu Çetin Akyol üstlenmiş. On yedi yıl olmuş Çankırı’ya gelin geleli. Ama artık o bir Çankırılı… O Çankırı’yı, Çankırılılar da onu seviyor. Sokakta ayırt etmeden herkese sevgiyle selam vermeden geçmiyor. Öyle candan, öyle becerikli… Çamaşırhaneyi gezdirirken bütün bilgileri, öykülerine kadar anlattı bize sağ olsun… ‘Komşu komşunun külüne muhtaç’ sözü örneğin… Eskiden deterjan yokken çamaşırlar kül ile yıkanırmış ve külü kalmayan komşudan istermiş de ondan… Aynı zamanda oraya gelen kadınlar yalnız çamaşır yıkamaz kaynanasından, kocasından, eltisinden de dert yanarmış… Yani bir anlamda terapi, sosyalleşme alanı imiş çamaşırhaneler ve daha pek çok hoş öykü… Esengali ve Aynur sergilenen objelerden bir kompozisyon çalışırken, Funda, Çankırı kapı tokmaklarını konu aldı. Gültekin, Çankırı Kalesini, Ziver Orta beldesinin resmini çalıştı. Zehra, Sena ve Mine ve Ayşen de yine Çankırı’mızı konu aldılar. Mandra Filozofu filminin görüntü yönetmeni Atilla Aktürk ise her anımızın filmini çekti bir bir sinema filmi çekme titizliğinde. Çalıştayımız çok yakında belgesel olacak…
Belediyemizden Rıfat Oruç hep fotoğraflarımızı çekti, kaptan şoförümüz Murat ise dağ bayır demedi bizi ustalıkla gezdirdi sağ olsun…
Çocukluğumun anılarında yer alan, annemin büyüdüğü ve bugün Radyo Müzesi olarak kullanılan Sarıkadılar Konağı’nda görevli Nazmiye de aynı şekilde sevgi ile her şeyi tek tek anlattı, bilgilendirdi bizi. Nazmiye’yi iki yıl önce Çankırı’ya gittiğimde tanımıştım. O da beni görür görmez tanıdı ve “Hülya ablam” diye boynuma sarıldı. Ne güzel şey sevmek ve sevilmek, iyi anımsanmak… Şimdi hakkını yemeyeyim, gezdiğimiz her yerde tek tek, güzel güzel anlattılar bize görevliler…
Radyo Müzesi’nin tam karşısında muhteşem bir konak daha var. Biz hayranlıkla oraya bakarken giyimlerinden Suriyeli olduğunu tahmin ettiğimiz biri kucağı çocuklu iki kadın girdi oraya. Kapıyı kapatamadı, dört beş kez ayağı ile kapıyı çarptı. Kapılar, pencereler zangırdadı o güzelim konakta… Benim de yüreğim…
Dört beş yaşlarımda iken Sarıkadılar Konağına gelirdik annemle. Şimdinin günü gibi, pek çok kadın olurdu konakta. Beni taburenin üstüne çıkartıp şarkı söyletirlerdi. Kendimden geçercesine “Gül ağaacııı değiileem… Her geeleneee eğiileeem…” diye söylerdim ben de…
Anılarım canlandı; annemi, çocukluğumu anımsandım… İçim burkuldu…
Şimdi “Radyo Müzesi” olmuş konak. Çankırı’mızın değeri elektronik dehası mucit radyocu Ferid Akalın’ın adını taşıyor. Daha ilkokul yıllarında kulaklıkla ve çok uzun antenle dinlenebilen radyo yapmış 1950’li yıllarda Radyocu Ferid. Sonra Çankırı’ya televizyonu da ilk getiren o olmuş. Eldivan dağına sinyal yakalamaya çıkma macerası ise yıllar sonra Vizontele filminde kullanılmış…
Aynur’un Kastamonu İl Kültür Müdürü eşi Ziver Kaplan bir gün sonra katıldı bize. O gün Kadınçayırı, Kurşunlu… Oraları gezeceğiz, merkezden oldukça uzaktayız. Bir yerde buluşacağız, ancak bir türlü buluşamıyoruz. Ben zaten adres özürlüyüm, evimi bile tarif edemem… Ziver arıyor “Neredesiniz?” bilemiyorum… Ömer’e soruyorum o da tam bilemiyor. “Ne biçim Çankırılısın, bilemiyorsun?” diye çattım Ömer’e… “Sanki sen biliyon?” deyince dilimi yuttum, gülmeye başladık…
Devrez vadisinden aşağı şırıl şırıl akan dere ve yayılmakta olan ineklerin fotoğrafını çektik. Sonra Vedut 100×150 cm büyüklükte oranın muhteşem bir resmini yaptı…
Rotamız Kurşunlu… Arada bir Facebook’dan canlı yayına geçiyorum. Memleketimin güzelliğini aynı anda paylaşarak heyecanıma arkadaşlarımı da katıyorum.
Ayşen bir anısını anlatıyor, arkadaşlarını davet etmişler bir gün ve “Şabanözü’nü geç, Orta’da bekle” demişler. Ayşen’ler Orta kazasına gelmişler, arkadaşları yok. Meğer onlar Şabanözü’nün meydanında orta yerde bekler dururlarmış…
Bayramören’de üstü kiremit çatılı tarihi köprüye gittik. Altından çağıldayarak geçen Melan Çayı muhteşem bir görsel sunuyordu. Gelecekte yapacağımız çalıştayın bir gününde burada çalışarak bu güzellikleri resmettiğimizi düşledim…
Sonbahar, rengarenk ağaçlar… Sarı, turuncu, kırmızı, yeşil… Sanki tablolarımız için bize ipucu, ilham verir gibi… Yol boyu ahlat, kuşburnu alıç ağaçları… Zehra “kuşburnu isterim” diye tutturdu ama zamanı iyi kullanmamız gerek. Gezeceğimiz yer öyle çok ki!.. Durmadık. “Ama ben kuşburnu resmi yapacaktım” diye bize duygu sömürüsü yaptı Zehra. Biz de yutmadık…
Derken Sünürlü tarafında güzel bir kanyon olduğunu duyup giderken kaybolduğumuz bir anda Atv araç üzerinde Noel Baba gibi sakallı bir dede çıktı karşımıza. Bulunma sebebimizi söyledik pek memnun oldu. O da alıç ve kuşburnu toplamaktan geliyormuş. Arkasında kovada topladıkları… “Alın yavrularım, yiyin kızlarım” diye ikram etti. Hepimiz sevinerek kovanın başına üşüştük. Benim yüce gönüllü memleketimin insanı. Sonra Vedut onun harika bir portresini çalışarak ödüllendirdi. Ama onun haberi olmadı. İnşallah sergide birileri görüp haber vermiştir…
Acelemiz var, güneş batmadan Gelin kayalar-peri bacalarına ulaşmamız gerek. Biz yalnız Kapadokya’da var sanıyoruz peri bacalarını. Oysa Çankırı’mızda da varmış. Ben de bilmiyordum. Bunu önemsemeli, mutlaka turizme kazandırmalı, Dünyaya duyurmalıyız. Turizm bacasız sanayi… Memleketimin kalkınmasına büyük katkı sağlar…
Bir yerde durduk. Öbek öbek beyaz perlit içinde siyah siyah taşlar. Pırıl pırıl parlıyor. Mücevhercilikte kullanılan doğal taş obsidyenmiş. Hepimiz topladık. Adını bilemiyorum. Ayşen “Hülya abla sütyenden gelsin aklına” dedi. Peki güzel dedim… Aradan zaman geçti, yeniden aklıma geldi. Ne güzel kızım Senem’e bir yüzük yaptırırım diye düşündüm. Ama aklıma gelmiyor bir türlü adı… Sütyen… Sütyen… Sütyen geliyor da adı gelmiyor… Anlattım… Hepimiz gülüştük…
Peri bacalarına gideceğimiz yola otobüs gidemiyor. Özel araç ile birkaç posta yapalım dedik. Ben, Zehra, Mine, Ayşen, Arzu bindik gittik. İkinci seferde Esengali, Ömer, Atilla ve Rıfat geldi. Bir dere kenarında indik. Manzara müthiş ancak fotoğrafını gördüğümüz peri bacaları pek görünmüyor. Rıfat ile Atilla, Esengali biz bir ileriye gidelim bakalım diye bindiler, bir gittiler, pir gittiler… Bekle bekle yoklar. Meğer fotoğraflarını çekerlermiş. Derken baktık gelmiyorlar, hava da hafiften kararmaya başladı. Haydi yavaş yavaş otobüse doğru yürüyelim bari dedik. O sırada gerilerden çoban sürüsünü getiriyor. Aaaa ne güzel… İnekler, koyunlar… Romantik romantik bakınırken iki iri çoban köpeği havlayarak bize doğru koşmaya başlamaz mı? “Korkmayın, düşman olmadığımızı anlarlar, bir şey yapmazlar” desem de kimi arkadaşlar korkuyor. Köpeklerin hissetmesi inanılmaz. Eğer korkarsanız onu algılayıp doğrudan düşman muamelesi yapıp saldırıyor. Ömer başımızda tek erkek, bizi korusun diye siper yürüyor ama köpekler onun bu fedakar davranışını pek takmıyor. Derken kızlar biraz mini çığlıklar atıp hızlanmaya başlayınca yukarıdan – aşağıdan da ikişer çoban daha havlayarak koşturmaz mı? Çevremizi sardılar. Ne yapacağımızı şaşırdık. İkisi önümüze aslan gibi oturdu… Bizi salmıyor, haydi sıkıysa geçin der gibi… Aşağıdan çoban göründü. Ömer ‘Köpeklerini çek’ diye ünledi. Çoban çağırdı ama köpekler pek niyetli değil. O sırada araç geldi. Hızır görmüş gibi olduk hepimiz. Araç beş kişilik biz bindik arka kasasına sekiz kişi ve kurtulduk!
Otobüste giderken hem anlatıyor, hem gülüyoruz. Bu güne dair bir şiir ya da roman yazalım diyoruz. Adı ne deyince Mine “Kangallarla ilk gece” diyor. Gültekin ise “O uymaz bence” deyip fikrini söylüyor “Kangallarla son gece!” Sabah erken uyananlar WhatSapp grubumuzda çektiği fotoları paylaşıyor. Arzu paylaşmış Ayşen, ben, Zehra… Keyifle ‘Bak biz ne güzel yerleri geziyoruz’ pozu vermişiz… Ömer hemen altına şöyle yazdı:
“Sanırım köpeklerden az önceydi!”
Çankırılı bestekarımız Selahattin İnal’dan adını alan Çankırı Güzel Sanatlar Lisesi’ni gezdik. Henüz beş yıllık binası olan 24 yıllık pırıl, pırıl bir okul… Lise Müdürü Mehtap hanımın ve öğretmenlerinin daha güzel, daha iyi bir şeyler yapma çabalarını çok takdir ettim…
Bu arada Fakir Baykurt pek çok romanında Çankırı’dan söz etmiş. “Anadolu garajları” kitabını da burada yazmış.
İstanbul’dan sevgili kardeşim Ömer Lütfü Özenç de bir grup arkadaşı ile Kurşunlu’da doğa harikası bir yerde piknik düzenlediler sağ olsunlar. İzmir’den eşim Hikmet de geldi, bizimle idi. Çankırı’nın eniştesi… Saz çaldık, söyledik… Biraz Çankırı havaları oynadık, güveç, kavurma, çaydan tuttukları taze balık, kuzinede pişmiş patates ve daha özenerek hazırladıkları pek çok yiyecek yedik… Güldük, eğlendik, sohbet ettik, birbirimizi daha yakından tanıdık ve sevdik…
Ve mutlu son, Tarihi Çamaşırhane’de eserlerimiz Belediye Başkanımız İsmail Hakkı Esen ve eşi, Kaptan Mustafa Can, hayırsever iş adamımız Mahmut Yeşil ve eşi, bürokratlar ve kalabalık bir izleyici grubu eşliğinde görücüye çıktık. İstanbul’dan, Ankara’dan sergimize otobüslerle özel araçları ile gelenler vardı. Çok beğeni ve takdir aldık. Akşam da Belediye Başkanımızın davetlisi olduğumuz yemekte tuz lambasından plaketlerimizi ve çeşitli hediyelerimizi aldık. Vedut Moazzen muhteşem bir konser vererek, hepimizi coşturdu…
Bu bir ekip işi idi… Sanatçılar, sponsor Vakıf, Belediyemiz ve benim yanımda pek çok memleket sevdalısı destekledi, emek verdi. Kimini gördük, kimi görünmedi. Ama sonuç mükemmeldi. Bu Çankırı’mızda bir ilkti ve bizler Çankırı Sanat Tarihine geçtik…
Emeği geçen, destek veren herkese ayrı ayrı teşekkür ederim…
Kaynak: Çankırı’da bir ilki başardık… – Hülya SEZGİN
Yazıya 562 dəfə baxılıb