Öyle arkadaşlarımız vardır ki aradan yıllar geçse bile bir araya geldiğimizde daha dün ayrılmışız gibi bıraktığımız yerden tatlı tatlı sohbetimizi sürdürürken; Yine öyle arkadaşlarımız da var ki bir araya geldiğimizde konuşacak şey bulamayız… Sohbete değer ortak konularımız kalmamıştır, değişmişizdir artık….
Zaman içinde hiç kimse aynı kalmıyor. Kimi kendini yetiştirip, geliştirerek derya-deniz olurken, kimisi de günlük işler içinde koşuşturma ile yalnız anı yaşamış, bir adım bile ileri gitmemiştir…
Yıllar sonra bir araya geldiğimizde artık konuşacak ortak bir konumuzun kalmadığını görüp üzüldüğüm arkadaşlarım olmuştur.
Nereden mi geldi bunlar aklıma? Anlatayım…
Geçenlerde bir tv. kanalında tesadüfen bir programa denk geldim. Programa başvuranlar bir takım nedenlerle uzak kaldığı ve iletişiminin koptuğu sevdiklerine kavuşmak için yardım istiyorlardı. “Bir şans daha” gibi bir şeydi programın adı.
Gördüğüm bölümde on yedi yaşındayken aşık olduğu lise arkadaşını arıyordu altmışlı yaşlarındaki Müjdat bey. Aradan onca yıl geçmiş… Evlenmiş, çocuk ve torun sahibi olmuş… Eşinden ayrılmış…
Torunu henüz 14 yaşındayken kızıyla damadı bir trafik kazasında ölünce dede torun bir başlarına kalmışlar. O torununa bağlanmış, torunu da ona sımsıkı sarılmış… Dert ortağı, arkadaş olmuşlar ve bir gün dede torununa lise aşkı Adile’yi anlatmış…
Çok sevmişler birbirlerini ve lise biter bitmez evlenmeye niyet etmişler. Ancak delikanlının babasının maddi durumu iyi olmadığı için “Ben biraz gemilerde çalışayım, para biriktireyim, sonra seni isteyeyim” demiş. Gitmiş altı ay gelmemiş. Altı ay sonra geldiğinde annesi demiş ki “Adile’nin bu akşam düğünü var, istersen birlikte gidelim.”
Beyninden vurulmuşa dönmüş. Kırgın, aynı gün yeniden gemiye dönmüş ve iki yıl daha dönmemiş… Kıza gelince…
Babası kendi akrabasından bir delikanlı ile evlendirmek istediğinde Adile konudan söz etmeye çalışsa da babasına anlatamamış. Baba hele bir de denizci olduğunu öğrenince “olmaz” demiş, dayatmış. Geçmişte bir söz vardı. Derlerdi ki “Gemicinin parası bol, karısı dul… Her limanda bir sevgilisi olur.”
Böyle olunca da baba kızını dinlememiş. Delikanlı da ortada yokmuş zaten ve kız çaresiz evlenmiş…
Müjdat gemilerde çok iyi bir aşçı olmuş. Öyle ki hani “şefin önerisi” derler ya Adile’nin adının tersten okunuşunu ad olarak verdiği özel yemekler yapmış.
Yemeğin bir tarafında tatlı sos, bir tarafında ise ekşi sos varmış. Tatlı sos sevgili oldukları günleri -aşkı, ekşi sos ise sonrasını anlatıyormuş.
Ayrıca torunu Serpil adına da bir yemek yapmış. “Romantik dede” koymuş adını Serpil’in ve sonra torununa açıklamış işin sırrını. Meğer Adile’nin ikinci adı Serpil’miş.
On dokuz yaşında üniversite öğrencisi Serpil bu aşkı ve sırrı öğrendikten sonra dedesinden gizli programa başvurmuş…
Neyse çok uzatmayayım yapımcılar Adile hanımı buldular. Programcı hanım olayı anlattığında gözyaşlarını tutamadı Adile… Ağladı, ağladı… Eşi ölmüş, o da dul… Çocukları evlenmiş, yalnız yaşıyor… Oooh miss… Süper… Yani ikisi de çöpsüz üzüm. Buluşmaya razı ettiler onu da…
Bu arada Müjdat zengin olmuş, lüks bir lokanta sahibi, son derece modern giyimli, kulağı küpeli, arkaya tarayıp bağladığı ağarmış saçları uzun… Entelektüel görünümlü… Eh yakışıklı da sayılır hani yaşına göre…
Müjdat’ın lokantasında buluşacaklar. Müjdat masaya dirseklerini dayamış, dizlerini titretip duruyor heyecandan…
Saçlarını yaptırmış, en güzel elbisesinin altına şık çizmelerini çekmiş, aynı renk çantasını koluna takmış Adile ise programın minibüsünde heyecandan nerede ise bayılacak…
Müjdat masada sırtı dönük otururken Adile’nin titreyen bacaklarına engel olmak için Serpil ile yapımcı kadın koluna girerek lokantanın kapısına kadar getirdiler, sonra bıraktılar. Adile yavaş yavaş Müjdat’ın oturduğu masaya gitti yanaştı karşı karşıya geldiler. Müjdat elleri çenesinde kafasını kaldırdı Adile’ye baktı baktı baktı… Bakıştılar…
İkisinde de bir hüzün vardı. Sonra Adile sandalyeyi çekti oturdu, karşılıklı bakıştılar…
Sonra mı ne oldu, bilmiyorum…
Araya reklam girdi, ben de kapattım televizyonu.
Sonra düşündüm ne oldu diye… Bence mutlu son olmadı…
Nereden mi anladım. Müjdat bey kendine bakmış, hâlâ geçerli akçe iken, Adile hanım aynı kalmamış. Şişmanlamış, düz taranmış hafif dalgalı saçları tombul yanaklarının yanına dökülmüş. Altın gününe giden klasik babaanne görünümündeki kadını hayalindeki Adile’ye hiç benzetemeyen ve o yüzden şaşkınlığını üzerinden atamayan Müjdat Bey Adile’nin sandalyesini bile çekmemişti.
Ne olursa olsun elli yıl aşkla sevdiği, her dakika düşündüğü Adile’yi gördüğünde geçmişin hatırına, dizleri heyecandan titrese bile kalkıp sandalyesini çekmeli ona bir “hoş geldin” demeli, onun oturmasına yardımcı olmalıydı. Bu inceliği göstermeliydi ona…
Gösteremedi…
Çünkü onlar artık iki yabancıydı…
Kaynak: Hüzünlü bir aşk hikayesi… – Hülya SEZGİN
Yazıya 214 dəfə baxılıb