Sınıflı toplumların varoluşuyla başlayan bu döngünün günümüzde de farklı formasyonlarda devam etmesi, çağımızda gelişen teknolojinin bu alanda güç olarak kullanılması insan ırkını ve doğayı yitime doğru sürüklemektedir.
Bilindiği gibi, kapitalizm kendi geleceğini, kendi normlarına uygun geliştirdiği hukuksal dizge ile yönetirken , sistemi koruyan silahlı güçlerini de beslemektedir. İlkel insandan beri gelen “güce tapınma” veya “çözemediğine “biat et”menin en modern yansıması bu sistemle gerçekleştirilmiştir.
Kapitalizm, ekonomik çıkmazlarını hep yapay sorunlara dayandırarak açtığı savaşlardaki rantla dengelemeye çalışırken, görsel medya gücünü de devreye sokup olayları kendi lehine çevirmeye çalışmıştır. Bu aşamada örgütsüz bireyin hakim sınıfa biat etmesinin dışında seçeneği de bulunmamaktadır.
Elbette bütün bu gelişen sürecin öznesi; hamalı, kahramanı, katili ve öleni yine insan.. Ancak bütün bunları yokedecek, savaşı durduracak, eşit ve kardeşçe barış içinde yaşamı savunacak ve kuracak olan da yine insan.
İşte hedefimiz bu olmalı..
Bilinçli insan; egolarını yenmiş, kazanımlarının kurbanı olmayan ve insanlık düşmanı kapitalizme karşı örgütlü mücadelesini verebilen insan… Bu mümkün mü?
Evet, bence mümkün…
Bunun için de, savaştan, savaş ekonomisinden beslenen emperyalist güçlere karşı halkların aydınlatılması, bilinçlendirilmesi ve oluşacak dayanışma örgütlerinin güçlü ortaklıklarına bağlıdır.
Burada Felsefe önem kazanmaktadır. Hayatın sorgulanması ve daha güzel yaşanılır bir dünya için, insanlığın bugüne kadar yaşamış olduğu deneylerden yola çıkarak, yeni dünya düzeninde insandan, halklardan, güzelliklerden yana, kardeşçe yaşam için yeni söylemleri, sentezleri gündeme getirerek yaşanılır kılmalıdır.
Biliyoruz ki, sağlıklı toplum, sağlıklı düşünen ve düşündüğünü eyleme dönüştüren bireylerin çoğunluğuna bağlıdır.Yani, aydınlanma sürecinde netleşmiş bir bilincin inançla savunulması ve hayata dönüştürülmesi, barışın felsefi alt yapısını oluşturur.
Hayatın içindeki çelişkileri elbette değişimin motoru olarak algılamak gerekir .İnsanlık tarihi boyunca yaşanan deneyler, artık aydınlanan toplumların, gerçek kardeşlik duyguları içinde aynı kaderi paylaştığını kavramaları, mazlum halkların birbirini anlaması ve algılaması ile emperyalizme karşı birlikte hareket etmenin gerekliliğinin de bilincini oluşturmuştur..
Alman şair, düşünür Schiller’in dediği gibi” bir insanın en yüce görevi ve geleceği, yeryüzünün adi, dar ve sıkıcı çemberini kırarak ideal dünyaya kavuşmaktır. O ideal hayat, şairlerin ve filozofların ana vatanıdır.”
Schillerin “felsefe yapmak istediğim zaman karşıma şair çıkıyor. Şiir söylemem gerektiği zaman da felsefi düşünce önüme dikiliyor” sözü, barışın alt yapısını veya hareket rotasını oluşturduğuna inanıyorum.
Schiller haklıydı. Felsefenin hayatla buluşması, ancak, felsefenin, sanatla kaynaşmasına bağlıydı. Alt yapısını felsefenin oluşturduğu sanatın yaygınlık kazanması, değişik disiplinlerde özellikle şiirle, sorgulanan hayatın içinde var olması, ideal yaşama biçimine ulaşmak için önemliydi.
Savaşları sorgulayan; İlya Erenburg, Nicolas Guıllen, Henri Mıchaux, haksızlıklara karşı susan insanı eleştiren Otto Rene Castıllo, Erich Kaestner, emeğin ve devrimci değişimin şiirsel eylemcisi,Valeri Bryusov, Bertolt Brecht, Neruda, Ritsos, Nazım Hikmet’in şiirlerinde alt yapıyı güçlendiren düşünsel boyut, felsefenin şiirdeki yansımasıydı.
Felsefenin günümüzdeki hayatla buluşmasını, konumunu anlatan sevgili M.Cevdet Anday ne güzel demiş.
Köle sahipleri ekmek kaygısı çekmedikleri için felsefe yapıyorlardı,Çünkü, ekmeklerini köleler veriyordu onlara; Köleler ekmek kaygısı çekmedikleri için Felsefe yapmıyorlardı,Çünkü ekmeklerini köle sahipleri veriyordu onlara. Ve yıkıldı gitti Likya.
Köleler felsefe kaygısı çekmedikleri İçin ekmek yapıyorlardı,
Çünkü, Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara;
Felsefe sahipleri köle kaygısı çekmedikleri için ekmek yapmıyorlardı,
Çünkü, kölelerini Felsefe veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin Felsefesi.
Ve sahipsiz felsefenin Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi.
Ekmeğin sahipsiz felsefesini , Felsefenin sahipsiz ekmeği.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Yıkılan salt Likya değildi elbet. Düşünce üretmeyen insanın mevcut değerler içinde hapsolup debelenmesi ve artan bunalımları içinde sorunlarına yanıt bulamamasını getirdi. Ekmeksiz kaldıkça felsefeden, felsefeye bulaştıkça ekmeksiz kalmaktan başka seçenek sunmayan hayatın içinde kendi kendini yiyen maddeye dönüştü. Aslında savaş burada başlıyordu… Hayata yeni bir anlam ve yeni bir tad koyamayan insanın; düşünsel tıkanıklığı onu depresif bir histeriyle savaşa; kendini savaşla, ölümle ifade etmeye, gücü eline geçirmeye yöneltti.
Hasta bireyden, bireylerden oluşan erk, hasta toplumlar üretilirken bütün kaynaklar savaş sanayine aktarıldı. Öldürmek, güçlü olmaktı… Güçlü olmak için de farklı ve daha ölümcül silahlara sahip olmaktı. Bunun için gereken bütün kaynaklar işgal edilmeliydi… Sanayi devriminin gücü, felsefeye, düşünsel zenginliğe aktarılmadı. Tam tersi, düşüncesizliğin boşluğuna yeni, farklı, renkli argümanlar yerleştirerek sömürü zincirine devam ederken, insanlığın kurtuluş yolunu aydınlatan filozoflar ve sanatçılar –sisteme hizmet etmeyenler ,yok edildi.
Peki ne zamana kadar !
Diyalektik olarak değişimin anahtarını taşıyan insanlık evrimleşerek bütün bu olumsuzlukları, durağanlığı, suskunluğu, düşünce tembelliğini aşacaktır.
İnsanoğlu korkusunu yendiği anda, insan olmanın özgür ruhuna kavuşacaktır. Çünkü, bütün bu saldırganlığın temelinde korku yatmaktadır. Korkan hayvan, korkan insan saldırır. Korkan toplumlar silahlanır ve düşünsel yetersizlikleri savaşın kıvılcımına dönüşür.
Bütün ideolojilerin bunalıma girdiği ve bilinçli insanla yüzleştiği bir dönemde yaşanan felsefi tıkanıklığı yine her zaman olduğu gibi insan çözecektir. Ve elbette insan bilincinin aydınlık sayfasını da yine felsefe taşıyacaktır…
poetia.star@gmail.com
Yazıya 706 dəfə baxılıb