Tanrı her yerdedir ama ibadet yerleri her yerde değil… İçi boş duvarlar bu kenti ve insanları aldatmaktadır. Camilerin çoğu, Yıkılmış havraların sesi de öyle. Kiliselerin renkli koroları dışında tuzakları da kalmadı. Kitap, film, hayaller ve uyuşturucu dağıtan misyonerler çoğalıyor Eski Bornova da. İncil’den uçurtmalar yapan çocuklar, sonbaharın peşinden gidiyorlar.
Yüzyıllardır aynı ateşi saklayan fırıncıların gevrek hamurunda susama düşen lekeler mevsimdendi. Bütün gevrekler, sarıda kaldığı için çocukların ilgisini çekmeden fırıncının ahşap ve derin tablasında sürü halinde geçecek ve hiçbiri şarkı söylemeyen sonbahar giysili çocukları bekleyerek eskiyecekti.
Her şey eskiyor. Mevsimler de böyle… İnsanların yaşlanması değil eskimesi konusunda ilahiler okuyan kızların havraya gidişleri de bir âlem. Tıpkı sinemada izledikleri filmler gibi gelişmiyor hayat. Onların da kendi çıkmazlarında ay sonu kanları ve birbirine kaptırdıkları yalıçapkını kuşların melodik seslerinde uyuyan hayalleri vardı.
Kimin hayali yok ki!
Hayaller mevsimlerle gelip gider. Peşlerinden giden delikanlıların en sonuncusunu dondurmacı yokuşunda merdivenlerin son basamağında körfeze tepeden bakarken kızıl ve uykulu bir Çingenenin bakışlarıyla vurdular.
Artık iflah olmaz dediğim bu adam bendim.
Son Ballıkuyu, otobüsü işe yetişmeye çalışan delikanlıların kanlarını da sarıya boyayarak Çingene yokuşundan, patlıcanlı yokuşa bağıran gevrekçi çocukların sesiyle dağılan susamların kızarmamış olanlar yine mevsime uygun sarı saçlıydı. Hiçbir zaman ben bu rengi giyemedim. Ben esmerdim. En katı mevsimlerin renklerinden geliyordum. Ya kırmızıydım veya siyah. Uç renklerden beslenen hayallerimizin içinde hep sonbahar yüzlü, serin saçlı ve sarı şiirleri olan kızlar vardı.
“Zozan ve Orhan Eren çifti iki çocuklu bir aileydi. Diyarbakır’dan Kulp ilçesindeki çocuklarını almaya giden hemşire Zozan ve eşi Orhan Eren yolda durdurularak beyaz bir Toros’a bindirildi. Araçları yolda terk edilmiş olarak bulunan Eren çiftinden bir daha haber alınamadı.”
Ama olmadı.
Ne kent sakladı bu renklerin masalını ne masallar anladı bu kentin çocuk bakışlarını.
Yürüyordu zaman. Her köşede bir pelerin değiştirerek bizi de saklıyordu hayallerimizden. Hep hüzün, hep sarı ve hafif bir yağmurun ayak izlerini saklayan kaldırım taşları sarhoştu yorgun bir faytoncunun son yudumu kalmış şarabından.
Aşık olmak istiyorum. Bu renkleri giyerek çılgınlar gibi çocukların sofrasında hüzün bakışlarımı saklayarak oynamalıyım hayatımın bu sonbahar oyununu. Perdeler ağır ağır çekilmeli mevsimin ve ben doya sıya ıslanmalıyım körfezin altın rengini saklayan bakışlarından. Körfeze düşüp balığa dönüşmeliyim ve Pagos tepesine çıkıp hayatın en uzun kuyruklu yalanıyla uçurtmamı asık suratlı gökyüzüne göndermeliyim. Koşturmalıyım, yağmurdan önce kuşların saklambaç sokaklarında, bilmediğim şarkılar söylemeliyim. Kendimi rıhtıma vurmalı ve orda sevgilisini bekleyen yaşı geçmiş bir kızın kollarında sabahçı meyhanecinin kokan ağzıyla gülüp göğsünde ısınmalıyım.
Yalı çapkını kuşların sonbaharı karşılayan şarkılarıyla daracık sokaklardan tütsülenmiş Namazgâh’a ve ordan Selvili Mescit avlusunda asılı duran ney sesine ulaşıp yarım kalan masallarımı dinlemeliyim. Bu kente, tanrının penceresinden bakan bütün kuşları toplayıp haşlanmış yumurta kokusu ve boyoz tadıyla imbatın ayak izlerinde yeni aşklar aramalıyım. Oyuncaklar, bayram yerleri, uçurtmalar, gülen aynalar, odun ateşinden kokusunu almış susamlar ve çiçek satan bütün havarilerle kol kola gitmeliyim.
“Fehmi Tosun Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Çavundur köyünde yaşıyordu. Korucu olmayı kabul etmeyen Tosun 1991’de köye yapılan baskında askerlerce gözaltına alındı.
Uzun süre gözaltına tutuldu, işkence gördü. PKK’ye yardım ve yataklık suçlamasıyla ceza aldı. 1994’te cezaevinden çıkınca tekrar polislerce aranmaya başlandı.
Diyarbakır’da can güvenliği olmadığı için ailesiyle birlikte İstanbul’a taşındı. 36 yaşındaki beş çocuk babası Fehmi Tosun, 19 Ekim 1995’te Avcılar’da ki evinin önünden silahlı, telsizli sivil polislerce 34 UD .. plakalı beyaz Renault marka araca zorla bindirilerek götürüldü.
Eşi Hanım Tosun ve İnsan Hakları Derneği tüm yasal yollara başvurdu. Fehmi Tosun’un gözaltına alındığı inkar edildi. Ama dört yıl sonra gözaltına alınan kardeşi, terörle mücadele şubesinde “Seni de ağabeyin gibi öldürelim mi?” diye tehdit edildi. Ailesi hala onu arıyor.”
Yaz sıcaklığı, yangının kızıl aşkları, ilkbaharın yeşil çılgınlığı, kışın beyaza boyanan ve donan bütün hayallerini derin bir gecenin rüyasında bırakıp sokağa çıkmalıyım. Çılgın bir rüzgarın aşka koşan kanatları altında çırılçıplak soyunmalıyım.Pir cümle günahkarlar bu mevsimde beni bekliyor…Yaz…
“Beyaz Toros” bu memlekette sadece bir otomobil markası değil.
Silopi, Cizre, Bismil, Kulp ilçelerinden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne uzanan, herkesin bildiği ama devletin bir türlü kabul etmediği gözaltında (zorla) kaybetmelerin simgesi.
Beyaz Toros diye bilinen eski Renault marka araç, içine zorla bindirilenin bir daha görülmediği, 90’lı yıllarda Kürt illerinde dolaşan bir hayaletken, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun şu sözleriyle tekrar gündeme geldi: “AK Parti iktidardan indirilirse buralarda terör çeteleri dolaşacak, beyaz Toros’lar dolaşacak.”
Peki Beyaz Toros gelirse ne olur?”
Bütün mevsimler yağmura durur Karataşlı bir şehirde. Sonra İzmir’de geminin güvertesine çıkıp yıldızlara bakacak kaptan. Ve sonra yeni doğan çocuklar şarkılar söyleyecekler, kızarmamış gevrek üzerine. Ve susacak kanatları kuşların ve susacak hayatın çay demindeki aşklar. Ve deniz yeni bir kente akacak, gözyaşlarında ninnileri saklanmış bütün gevrekçi çocukların…
Ümit Yaşar Işıkhan
poetia.star@gmail.com
(*)Ayça Söylemez–İstanbul – BİANET Haber Merkezinden.
Yazıya 891 dəfə baxılıb