Ümit Yaşar Işıkhan – SON ŞAİRLER

umit yasharŞiir, doğanın içinde saklı aslında… Onu görebilmek, dokunabilmek ve süreç içinde hayatın atar damarına dönüştürerek paylaşmak önemli… Burada şairin algı gücü ve ifade yeteneği şiirle buluşma çizgilerini oluşturuyor. Diyalektik olarak dönüşüm sürecinde yakalayabildiklerimizin duygu ve düşünce anaforumuzdaki sonucun yansımasıdır, yaptığımız. Aslında bütün sanatsal ve düşünsel yaratımlarımız, var olanın yeniden ve farklı alternanslarla kişiselleştirilmesidir. Senin yazdığın şiir senin değildir... İfade ettiğin duygu bin yıllardır var… Simgesel sözcükler de bizim değildir… Biz yalnızca bu çağın kültürel mirasından payımıza düşen kadar, kendimizi; duygu ve düşüncelerimizi yeni değil, farklı ifade ederek iz bırakmaya veya sürmeye devam ediyoruz. İnsanoğlu, var olduğu günden beri aynı gülmekte ve aynı ağlamaktadır. Hüzün hep aynı mimikleri yaratmıştır. Mutlulukta aynı şekilde, açlık da öyle, özlem ve ölüm acısı da. Yazıyı biz bulmadık. Sesin sözcüğe dönüşmesi sürecini de biz başlatmadık. Ve bunca birikimin hep yaşanmış duyguların ifade şekli bizden önce de aynıydı, bizden sonrada aynı olacaktır. İşte şiirin ana damarını barındıran, hayatın kendisidir aslında.

Hayatın kendisi, yani eylem… Ve bu süreç içinde yaşanan değişimlerin hayatı algılama oranında ifadeye, şiire dönüşmesidir… Hayat varsa, eylem… Eylem varsa ifade var olduğuna göre şiiri yaratan ana damarın hayat olduğu çıkıyor ortaya… Statik hayatın şiiri yoktur. Çünkü yaşama yeni bir şey katılmıyorsa orda şiirden söz edilemez. Bu nedenle yaşamın girdaplarında mutlu-mutsuz çığlıkların ruhsal-düşünsel patlamaların ses, söz, sözcük olarak yayılması ve belirli bir formasyonda sunulması önemlidir. İşte şiirin ana damarı budur… Hayatın ırmak akışındaki doğal değişimler kapsamında,  bizi kuşatan gökkuşağının-alternansların kendisidir.

Şiir her zaman eylemcidir. Özellikle çağına tanık olmak sorumluluğuyla değişen koşulların; sesi, yansısı, rengi olmak zorundadır. Öznelliği besleyen nesnelliğin yolculuğu tersine akan ırmağa dönüşür şairde… İşte bu süreçte yazılan şiir vahiyle gelen söz değildir. Bilgi ve duyarlılıkların dilin büyüsünde buluşmasıdır. Bu nedenle; bütün duyu organlarıyla toplanan ve etkilediği yapıdaki refleksle söyleme dönüşen büyülü sözcüklerin, hayatın kenarında durma şansı yoktur. Gerçek şair aktivist olduğunu bilendir. Hele günümüzde, daralan dünyada; hüznün, ayrılıkların, göçlerin, savaşların, işkencelerin ve vatansızların çoğaldığı bir hayat dilimine tanık olan şairin çığlığı ancak bu ırmaklarda, sanatın hayata müdahil olması gereken sayfada huzur bulabilir.

İşte bu aşamada her şair, kendi öznelliği içinde farklı bir renk ve sestir. Bu nedenle şairlerin çoğalması, şiirlerin yaygınlaşması sancı çeken dünyanın ağrılarını azaltır. İşte burada şiir; ortak umutlarımızın gerçekleşmesi için koro halinde okuduğumuz ilahidir. Her şiir; çekilen acılar ve insanlığın yaşadığı travmalara rağmen, o büyülü ses içinde umuda koşan ceylanların ayak izleridir… Birlikte yan yana yürüyüşün, farklı renk elbiselerimizle, bakışlarımızla birbirimize omuz veren yoldaşıdır…

Gerçek şiir bir şey öğretmez, çok şey barındırır ve ışığı karanlığın içinde yola çeviren bir fenerin kendisidir. Yolculukta su, anne kucağında süt, sevgilide dokunmanın hazzıdır. Şairin görevi bilgiçlik taslamak değil, yalnızca durduğu zaman dilimindeki fotoğrafın kendisidir. Bu nedenle; yurt içinde ve yurt dışında katıldığım bütün etkinliklerde kucaklaştığım genç şairlere çok şey söylemedim, söylemem de… Hele bu çağda, gerekte yok… Teknolojinin hayatımızı işgal ettiği bir zaman dilimde sanal dünyadan sıyrılıp yalnızca hayata ve olaylara bakmalarını ve vicdanları oranında bunu sese ve sözcüğe dönüştürmelerini önermişimdir. Ve tabi, öncelikle; sanat kuramları ışığında şiir tarihinin iyi bilinmesi koşuluyla insan, doğa ve hayat üçlemindeki sırrı keşfetmelerini, yani kuşun dilini öğrenmelerini önermişimdir…

Her dönem, kendi şairini doğurur. Ve her şair kendi zaman dilimindeki duyarlılıkların, sesi ve rengi olması halinde kalıcılığın raflarında yer alır. Çünkü her şiir, üretildiği dönemin sosyolojik tarihini de barındırmaktadır.

Cumhuriyet döneminin cici şiiri, balolarda meyhane köşelerinde okunan ve paylaşılan şiir devri fazla iz bırakmadan bitti.  Şiirimizin en uzun yolculuğu birkaç kuşaktır sürmektedir. “Acılı Kuşak” denen 1940’ların kuşağı değişik eklentilerle 60-70-80 yıllarını kapsayan ve kökenini McCarthy döneminin ulusal renklerinden alan dönemdir. Bedel ödeyen şairler dönemi… İşkencelerden geçen, işsiz kalan, sürülen, aç kalan, sürünen, evi ve ailesi olmayan ve faili meçhullere giden şairlerin, yazarların devri…12 Eylül askeri darbesinden sonra uygulanan faşist baskılarla o havarilerin devri de bitti… Biz 78 kuşağının son temsilcileri olarak yaralarımızla yaşamayı öğrenen son kelaynaklarız… Benim kuşağın kelaynakları, acılara, direnişe, değişime tanık olan ve bedel ödenen bir tarihin içinden gelen ve bu anlamda tanıklığını yapan son şairlerdir.

Şimdi ve sonrasında kitleselleşen şiir, ancak toplumcu-gerçekçi şiir olabilir. İçsel ve dışsal gürültüler içinde boğulan insanların sesini ancak orda çoğaltabilirsiniz… Ve şiirinizi ancak orda besleyebilirsiniz. Şimdi ve sonrasında şairin ruhunu ve huzurunu ancak bu ırmaklarda serinletebilirsiniz… Nazım’ın büyüklüğü, Lorca, Aragon, Neruda, Mayakovski, Mahmut Derviş ve Nizar Kabbani’nin beslendiği ve yaşattığı ses budur.

Toplumcu bir şair asla kaygılardan beslenmez. Hayatın kanamalarını yüreğinde hisseden ve çığlığında, şiirinde bütün renkleri ve umutları besleyendir. Elbette hayatın hızlı değişimi karşısında herkes gibi şair de kaygılanır ama kaygıların sınıfsal formasyonunu iyi bilirse, umuda dönüştürendir.

Peki, şiir yazıldığı dilin dışına çıkabilir mi, aynı duyarlılığı başka dilde verilebilir mi?

Elbette hayır… Veya çevrilen şiirin yazıldığı dildeki derinliğine göre değişir. İmgenin kıyısından geçmemiş, düz, rahat ve kolay anlaşılır şiirlerin çevirisi daha başarılı olabilir. Ama bıraktığı iz, yine kendi sadeliği kadardır. Şiir çevirisini denemiş bir şair olarak, şiirin yazıldığı dildeki imgesel-estetiksel derinliği vermenin mümkün olmadığına inanıyorum. Çevirmenin anlık psikolojisinin bile etkili olduğu bir çevirinin ne kadar doğru ve çevrilen şiire sadık kaldığı bile tartışılır. Şiirin çevirisi değil, ancak şiirin “meali” denebilir.

Hayatın kanamalı hüznünü yüreğinde umudun gökkuşağına çeviren şairlere selam olsun.

Yazıya 906 dəfə baxılıb

Şərhlər

Şərh

Pin It

Comments are closed.